19 Haziran 2016 Pazar

vücudun genel orantı ve ölçümleri

Vücudun Genel Orantı ve Ölçümleri

Vücut geleneksel yedi buçuk kafa boyu yerine toplam sekiz ve üç çeyrek kafa boyu uzunluğuyla incelenir. Kafayı ölçü aracı olarak kullanırsak vücudun bölümleri şunlardır.

1-Ön Beden: Üç kafa boyundadır ve omuzlar üzerinden çizilen hattan cinsel organların üzerine kadar uzanır. Göğüsten karında ve cinsel organları üzerinden geçen çizgilerle üç kısma  ayrılır.

2-Arka Beden:Üç buçuk kafa boyu uzunluğundadır, omuzlardan kaba etlerin bittiği yere kadar uzanır. Kürek kemiklerinin kökünden, öndeki karın çizgisinin karşılığı olan externus oblique üzerinden, kuyruk sokumundan, kaba etlerin bittiği yerden geçen çizgilerle dört kısma ayrılır.

3-Boyun:Dik vaziyette yarım kafa boyunda, çene noktasından boyun boşluğuna kadar.

4-Kol: İki ve üç çeyrek kafa uzunluğundadır. Köprücük kemiklerinden bileğe kadar uzanır. Göbeğin karşısında ki dirsekten iki kısma ayrılır. Bilekte büyük trochantern hizasında bulunur, elin uzunluğu ise kola üç çeyrek kafa uzunluğunu ekler.

5-Bacak: Dört kafa uzunluğundadır, büyük trochanter’den iç bilek kemiği üstüne kadar dizden ikiye ayrılır. Ayak bu uzunluğa dörtte bir kafa uzunluğunu ekler böylece toplam bacak uzunluğu dört tam bir çeyrek kafa uzunluğunu bulur.

6-El:El üç çeyrek kafa uzunluğundadır, bu çeneden saç çizgisine kadar olan kısımdır. Genişliği kafanın genişliğinin dörtte biri kadardır veya başka bir değişle burundan çeneye kadar olan uzunluktadır.

7-Ayak:Ayağın uzunluğu ön kolun uzunluğundadır. Bu da bir tam üçte bir kafa uzunluğundadır. Ayağın önünde genişliği yarım kafa kadardır.

-Erkek Figürü Çiziminde Kanon: Figür sekiz baş yüksekliğinde, iki baş genişliğindedir.

a.1numaralı modül, yüz bölgesinde çenenin altından geçer.

b.2numaralı modül, meme uçlarının tam üstündedir.

c.3numaralı modül, göbeğin biraz üstünden ve dirsek hizasından geçer.

d.4numaralı modül, bilek hizasından geçer.

e.5numaralı modül, anatomik pozisyonda duran bir kişinin elinin orta parmak ucunun biraz aşağısından geçer.

f.6numaralı modül, dizkapağının (patella kemiği) hemen altından geçer.

g.7numaralı modül,yaklaşık olarak bacağın ortasından (M.triceps surea kabarıklığının biraz altından) geçer.

h.8numaralı modül, ayak tabanı hizasından geçer.

Omuzdan parmak uçlarına kadar kol uzunluğu üç buçuk modüle eşittir. İki meme ucu arasında ki genişlik bir modül genişliğine eşittir.

-Kadın Figürü Çiziminde Kanon:Erkek figürü için kullanılan sekiz başlık kanon, kadın figürü içinde geçerlidir. Kadın başı erkek başına oranla daha küçük olduğundan, kadın vücudu erkek vücudundan yaklaşık 10 cm. daha kısadır. Bu nedenle her iki cins arasında şu şekilde farklılıklar olur.

  1. Kadının omuzları, erkeğin omuzlarından daha dardır.

  2. Kadında, memeler daha aşağıda ve meme uçları da erkeğe göre  biraz daha aşağıdadır.

  3. Kadın beli, erkek belinden daha incedir ve göbek deliği de erkeklere göre daha aşağıdadır.

  4. Kadın kalçası daha geniş ve yuvarlaktır.
-Çocuk Ve Genç İnsan Figürü Çiziminde Kanonlar:Çocuk doğduğundan gelişimine kadar olan dönemde vücut oranlarında görülen değişime bağlı olarak en az dört farklı kanon kullanmak gerekir. Yeni doğmuş bebeğin kanonunda, vücut dört modüle bölünmüştür. Yetişkinlerle karşılaştırıldığında baş, vücudun diğer bölümlerine oranla iki kat daha büyüktür. Vücut ile kol ve bacak arasındaki orantılar yetişkinlerle aynıdır, bacaklar ise oldukça kısadır.

İki yaşında bir çocuğun kanonu, yeni doğmuş bir bebeğinkiyle aynı sayılabilir. Vücut beş modüle bölünmüştür ve baş vücuda oranla büyüktür.  Çocuğun saçları iyice gürleşmiş, yüzü daha dolgun ve bacakları henüz uzamamıştır. Göğüs bölgesinde ise karın ve kalça bölgesine göre bir gelişme başlamıştır.

Altı yaşında bir çocuğun kanonunda, vücut baştan daha hızlı büyüdüğü için artık figür 6 modülden meydana gelir. Vücut yavaş yavaş yetişkin vücudunun orantılarına ulaşmaktadır. Meme uçlarını yeri yetişkin figürü ile aynıdır. Bel incelmeye başlamıştır.

Oniki yaşında bir çocuğun kanonunda, figür artık 7 modüle ulaşmıştır ve yetişkin figürüne giderek daha çok benzemektedir. Bu kanonu  yetişkin kanonuyla karşılaştırdığımızda kasık, karın ve meme uçları noktalarının aynı olduğunu görürüz. Buna karşılık, göğüs ile kalça arasında orantısızlık sürmektedir.

anatominin tarihçesi

Anatominin Tarihçesi

Riolan’ a göre, İbraniler 40 kemik ve 360 kiriş ve damar tanırlardı;Yunanlıların anatomi alanındaki bilgilerinin ise çok daha gelişmiş olduğu söylenir. Haller’e göre HİPPOKRATES insan kadavralarının teşhisini yapmıştır; ama bunu ıspatlayan bir belge yoktur.(3)Anatomi çalışmaları yapmaya yönelik bilinen ilk girişimler Batı’da Aristoteles(i.ö.384-22(?))tarafından yapılmıştır. Bununla birlikte i.ö.3000-i.ö.1600 arasında kalan bazı papürüsler, eski Mısırlıların mumyalama sırasında anatominin bazı konularıyla ilgilenmiş olduklarını göstermektedir. Biyoloji biliminin kurucusu olan Aristoteles, bitkilerde ve hayvanlarda inceleme amaçlı kesmeler (teşrih) uygulanmıştır. Ama Aristoteles de tıbbın kurucusu sayılan Hippokrates(460-374) de, insan bedeninde kesme çalışmaları yapmamışlardır.(4)Aristoteles’in eserlerinde, Hippokratesci yazarlara göre, anatominin durumunu bildiren bilgiler hem çok zayıf hem de hatalı gözlemlerle doludur .İnsan anatomisinin gerçek temelleri M.Ö.4yy. da İskenderiye okulu tarafından atılmıştır .Koslu  Praksagoras ve öğrencileri Herophilos ve Erasistratos(bu sonuncusu belki de Aristoteles’in torunudur) insan kadavrası teşhiri yapmışlardır.

Herophilos ve Erasistratos Aristoteles’ in ölümünden kısa süre sonra ,Mısır’da Ptolemaios sülalesi hükümdarları, insan üstünde inceleme amaçlı kesme işlerini desteklemişler ve bu işin en etkili uygulayıcıları, Herophilos(i.ö.335-280)ile çağdaşı Erasistratos (i.ö.310-250) olmuşlardır. Herophilos 600 kadar insan bedenini keserek, anatomi incelemeleri yazmıştır;bunlar arasında gözlerle ilgili bir inceleme  ve ebeler için bir el kitabı sayılabilir. Ama en büyük katkısı, beynin sinir sistemi merkezi ve zekanın bulunduğu  yer olduğunu kanıtlaması ve beyinden omuriliğe giden sinirlerin çizimini yaparak, isteme uyanlar ve uymayanlar diye sınıflandırması olmuştur.

Erasistratos, ayrıca kalbe yağ taşıyan lenfi incelemiş, gırtlak kapağının gırtlağı kapatmaktaki işlevini tanımlamış, kalpteki üçlü kapak ’ı  ortaya çıkarmış, duyum sistemleri ile hareket sistemlerini birbirinden ayıdetmiştir. Dolaşım sistemini de yoğun biçimde incelemiş, ama atardamarda hava bulunduğunu savunmuştur:Bu, o dönemde yaygın bir inançtı;Çünkü normal olarak toplam kanın %60 kadarı toplardamarlarda bulunur ve ölümde atardamarlar, kılcal damarlara ve toplardamarlara boşalırlar.

GALENUS .Eskiçağ bilginlerinin  pek çok gözlemi yanlış yapmış olmalarına karşın, Kleopatra’nın hükümdarlığının sonuna kadar (İ.Ö. yaklaşık 30 ) bulunan ilkelerin, sonraki  1000 yılda yapılacak buluşlar kadar çok olduğu söylenebilir. Kleopatra’nın ölümünden kısa süre sonra, İskenderiye bir Roma kenti ve Hrıstiyan  kilisesinin başlıca merkezlerinden biri olmuş ve kent yöneticileri, anatomi çalışmalarına karşı çıkmaya başlamışlar, dünyanın Arabistan dışındaki  yerlerindeki  yöneticiler de, insan  bedeni üstünde inceleme amaçlı kesme çalışmaları yapılmasını yasaklamışlardır .Bununla birlikte, anatomi bilgisini arttırma konusundaki isteğin önü alınamamıştır.

Anatomi bilgisini geliştirme konusunda çaba gösteren en önemlisi, Roma imparatoru Marcus  Aurelius’un Yunan asıllı hekimi Claudius Galenus’tur;(İ.S.131-200)Tarihte  deneysel fizyolojinin kurucusu sayılan Galenus, idrarın idrar kesesinde değil, böbreklerde oluştuğunu ve omuriliğin kesilmesinin, bedenin kesme  noktası altında kalan bölümünde felce yol açtığını göstermiştir.  Büyük yapıtı İnsan Parçalarının Kullanımı  Üstüne, günümüzde 1400 yıl önce, her yerde kullanılan bir tıp kitabı haline gelmiştir. Ne var ki, deneysel tıbba bazı güzel katkılarda bulunmasına karşın, Galenus’un  aslında anatominin ilerlemesini geciktirdiği söylenebilir: Dinsel görüşlerden ötürü Galenus’un insan bedenini kesmesine izin verilmediğinden, elde ettiği sonuçların çoğu sığırlar, köpekler, domuzlar ve maymunlar üstünde yaptığı kesme işlemlerine dayanıyordu. Üstelik kendisinden önceki ve çağdaşı anatomicilerin bazı yanlışlarını da, yapıtıyla kalıcı duruma getirmiştir. (4)Ondan sonra bu dini inançlar ve ön yargılar yüzünden anatominin tamamen ihmal edildiği ve on iki  y üz yıllık bir karanlık devre gelir. Anatominin yeniden bir hamle yapabilmesi için 1215’te İmparator Friedrich II’nin emirnamesi ve 1300 tarihinde Papa Bonifacio 7’in izini beklemek gerekir.1315’te Mundinus, Balogna’da öğrencileri önünde, iki kadavra teşrihi yapar.(3)

İBNİ SİNA VE ÖBÜR İSLAM BİLGİNLERİ .Dinin karşı olması yüzünden anatomi araştırmaları Ortaçağda Batı’da büyük ölçüde bir yana bırakılırken, İslam bilginleri bu dalda büyük gelişmeler göstermişlerdir. İslam anatomicilerinin en ünlüsü İbni Sina (İ.S.980-1037)İ.S.1000’de yazdığı Kanun fi’t Tıp (Tıp Kuralları )adlı yapıtında, insanlar, maymunlar, köpekler ve öteki hayvanlar üzerinde yaptığı incelemelerden elde ettiği bilgilere yer vermiştir;ama İbni Sina’da, öbür İslam bilginleri de sistemli incelemeler yapmamışlardır.

VESALİUS. Batı’da Rönesans geliştikçe, bazı bilim adamları din kökenli kısıtlamalara karşı çıkmaya başlamışlar ve ortaya hızla çok sayıda anatomi bilgini çıkmıştır. Bunlar arasında en önemlisi Vesalius’tur. (1514 -64) Anatominin  modern çağının başlatıcısı sayılan Vesalius, Galenus’un çoğu hatalı olan gözlemlerini kabul etmek ve incelemeleri metafizik diyalektiğe göre sürdürmek  yerine, doğrudan bilimsel-deneysel bir yaklaşım göstermiş, pek çok hayvanın anatomisini, insanınki ile karşılaştırmış ve türler arasındaki farklılıkların nasıl şaşırtıcı biçimde bilinmeyenleri ortaya çıkardığını belirtmiştir. Kopernik’in Gök Cisimlerinin Dolanması adlı yapıtıyla aynı yıl yayınlanan İnsan Bedeninin Yapısı Üstüne adlı yapıtı, insan bedeninin iç yapısıyla ilgili doğru çözümlemelere yer vermesi açısından son derece önemlidir. Vesalius’un çağdaşları ve sonraki bilginler, yüzyıldan kısa bir süre içinde, genel anatomiyle ilgili temel incelemelerin çoğunu tamamlamışlardır.

Vesalius kitabıyla biyolojinin morfoloji olarak tanımlanan ve pratikte anatomi ile hemen hemen  eş anlamlı olan dalı ortaya çıktı. Morfoloji, organizma bölümlerinin biçim ve işleyişlerini evrimsel ilişkiler, işlevler ve gelişim temel ilkeler açısından açıklarken, anatomi yalnızca bunların yapılarının tanınmasını kapsar.(5)Vesalius’un 1543 yılında henüz 28 yaşında yazdığı ‘De Humani Corporis  Fabrica’ adlı eseri ile büyük yankılar yaratmış ve bütün tıp temeli ve girişi olarak tanıtılmaktadır. Bu  görüş bugün değişmediği gibi hiçbir zaman değişmeyecektir.

18 Haziran 2016 Cumartesi

antropoloji nedir

Sosyal (toplumsal) Bilim dallarından bir tanesi de antropolojidir. Sosyal bilimlerin en genci olan ve geniş anlamıyla insan bilimi olarak tanımlanan antropoloji portfolio''suz hümanizma''nın en kapsamlı disiplini olarak ortaya çıktı. Bu disiplin kapsam, konu ve yöntemle ilgili savlarını belirlemek için çok uğraş vermek zorunda kaldı. Kendisine bırakılan konuları ele aldı (diğer alanların incelemediği) ve hatta zorunlu olarak daha eski bazı alanlara da girdi. Şimdi onun kapsadığı incelemeler şunlar: prehistorya, folklor, fıziksel antropoloji ve kültürel antropoloji. Bunlar öbür toplumsal ve doğal bilimlerin, psikoloji, tarih, arkeoloji, sosyoloji ve anatominin meşru araştırma alanlarına tehlikeli biçimde yaklaşıyorlar. (Malinowski 1990:11)
Antropoloji en geniş anlamı ile insan bilim demektir. Ancak bu tanım kapsamı son derece geniş olup, insanı konu almış olan diğer disiplinlerle, antropolojinin farkına işaret etmez. Bu nedenle antropologlar kendi disiplinlerini daha kesin çizgilerle sınırlamaya çalışırlar. İlk olarak disiplinin ismini ele alalım: Antropoloji kelime yapısı olarak iki Yunanca kelimenin birleşimidir. İnsan anlamına gelen Anthropos ile düzenli bilgi anlamında olan logos. Böylece kelime anlamı olarak antropoloji, insanla ilgili düzenli bilgi anlamındadır. Antropoloji birey olarak insanla ilgilenmez. İlgisi grup içinde yaşayan insan ve bu insanın yaptıkları ve davranışlarıdır. (Saran, 1993:21) “İnsanlar arasındaki benzerlik ve farklılıkları göz önüne alarak insanları karşılaştırmalı bir görüşle inceler. İnsanoğlunun evrimi, fiziksel ve toplumsal gelişiminin kurallarını ortaya çıkarır. Başka bir deyimle kültür ile ilgilidir. İnsan topluluklarının fizik yapı, kültür ve davranış bakımından farklılıklarını ele alır.” (Tezcan 1996: 1) Konuyu biraz daha açacak olursak antropoloji biz insanları inceler. (Wells 1994: 9) “İnsanoğlu’nun yaşamı ve töreleriyle ilgili hiçbir konu ya da soru antropoloji’nin inceleme alanı dışında değildir. Bu yüzdendir ki, bilimsel disiplinlerin en ilgi çekici en heyecan verici olanı antropolojidir. İlgi alanımız ne olursa olsun hepimiz için özel, ilginç birşeyler vardır antropolojide.” (Wells 1994: 9)“Çeşitli ilimleri düzenli bir biçimde ait oldukları yere koymak isteyenler, sıra antropolojiye gelince bu ilmin yeri hususunda kolayca karar veremezler. Gerçekten antropolojinin bölümlerini meydana getiren fiziki antropoloji, kültürel antropoloji, sosyal antropoloji, arkeoloji, etnoloji, etnografya ve linguistik insanla ilgili tüm çalışmalarla sıkısıkıya ilişkilidir.” (Saran 1971: 9) Antropoloji çeşitli özelliklerinden dolayı bazı bilim adamları tarafından taç bilim olarak kabul edilirken, bazılarınca artık bilim olarak nitelendirilmektedir. Antropoloji incelediği konular ve kendisine özgü olan yöntemleri ile diğer sosyal bilim dalları arasında özel bir yere sahiptir. Antropolojinin tanımlarında bir tanesi de antropologların sahada yaptıklarıdır. Bir antropolog antropoloğun ayakkabıları çamurlu olmalıdır demiştir. Bu bilim dalını diğerlerinden ayıran en önemli özellik saha çalışmalarına (alan araştırması) verdiği önemdir. Antropoloji aradığımız doğru yanıtları bulmamıza yardımcı olacaktır. Tüm bilimsel kuramlar tarihsel süreç boyunca deneme yanılma ve yeniden formülleştirme sonucu ortaya çıkmaktadır. Yeni yeni ortaya çıkan verilerin birikmesi bu süreçte önemli bir yer tutmaktadır. Mekanizmalara –bu durumda, toplum biyolojisi ve evrim mekanizmaları dahil olmak üzere- ilişkin olan düşüncelerdeki değişikliklerde aynı şekilde gündeme gelir. Bu tür değişiklikler eldeki kanıtların yorumlanmasını etkileyebilir. Böylelikle kuramların gelişmesi yeni kanıtlar olmaksızın sürebilir. Antropolojide varolan kuramı belirginleştiren unsur toplumbilimsel bir nitelik taşıması ve biz insanları konu edinen çalışmanın kavranmasıyla ilgilidir. (Lewin 1998:1)
Antropoloji insanı dolayısıyla insan toplumlarını ve kültürü incelemektedir. Fakat antropolojik çalışmalar yapılırken belirli bir çerçeveden bakılmak sureti ile araştırma yönlendirilir. Burada yapılan bir yerde antropolojinin sınırlarını belirlemektir. Antropolojinin üzerinde durduğu ve halen günümüzde geçerliliğini koruyan bazı sorular bulunmaktadır:
1-) İnsanlar ve toplumlar neden birbirlerine benziyor ?
2-) İnsanlar ve toplumlar neden birbirlerine benzemiyor ?
3-) İnsanlar ve toplumlar neden ya da nasıl değişiyor ?
Bu üç soru, antropolojinin bugünde geçerli olan temel sorunlarıdır. Ancak bu sorulara verilecek olan cevaplar günden güne değişmekte ve gelişmektedir. Yaşanan sosyo – kültürel değişme, toplumun kendi iç dinamiğindeki etkileşimlerin bir sonucu olabileceği gibi, dıştan gelen etkilerin bir ürünü, daha doğrusu iç ve dış dinamiğin bir bileşkesi olarak ortaya çıkmaktadır. Doğa nasıl biyolojik evrimin en zengin bilgi arşivini içinde bulunduruyorsa, kültürde sosyal değişmenin en güvenilir belgelerini elinde saklamaktadır. (Güvenç 1994:38) İlkel olsun, gelişmiş olsun hiçbir toplum durgun hareketsiz ve statik olarak nitelendirilemez. Her toplumda sürekli bir dinamizm, bir değişme görülür. İlkel toplumlar bile yavaşta olsa değişmektedir. Çağımız hızlı kültür değişmesi çağı olup, dünya kültürleri sürekli olarak değişmeye uğramaktadır. Fakat bu tür değişmelerin hızı farklı zamanlarda ve farklı yerlerde değişiklik göstermektedir. Antropoloji bu tür kültür değişimelerinin nedenlerini, bağlı olduğu diğer konuları ve sonuçlarını karşılaştırmalı olarak inceleyerek sosyal değişme yasaları ile ilgili sonuçlara ulaşmaya çalışır. (Tezcan 1984:1)
Antropolojiyi genel olarak iki kısma ayırabiliriz : Fiziksel Antropoloji ve Kültürel Antropoloji.
1-) Fiziksel Antropoloji : İnsanoğlunun fiziksel gelişimini, evrimini inceler. Yani, insanın biyolojik gelişmesinin tarihi ile ilgilidir. İnsanın insan olabilmek için geçirdiği aşamaları ele alır. Çeşitli insanların fiziksel özelliklerini inceler. İnsan ırklarını, insanın doğuşundan modern hale gelinceye değin geçirdiği biyo - fizyolojik değişiklik ve aşamaları, ırk karışımlarını ele alır. Irkların karşılaştırılması ve ırk ilişkileri belli başlı konularıdır. İnsanların hayvanlarla farklılıkları, iskelet ve kaslarında karşılaştırılması da diğer konulardır. (Tezcan, 1996:1) Fiziki antropoloji insan biolojisinin araştırılmasıdır fakat sadece bioloji konu edinmez. Atalarımızdan kalan fosilleri, dünyanın başlangıçtaki nüfusu boyunca çeşitli genlerin dağılımını, gen mirasının mekanizmasını, farklı bölgelerdeki insanların şekil ve renk farklılığını ya da insanların ve yakın akrabalarının davranış şekillerini inceler. Fiziki antropologlar tüm bu soruların cevabını ararken, nesnelerin yaşadığı tabii ve sosyal hayatla ilgilerini araştırılar. Yani fiziki antropolojinin gerçek çalışma alanı insanların ve onların yakın akrabalarının tabii ve sosyal durumları ya da tabiatları içerisindeki biolojik gelişimi üzerinedir. (Hunter; Whitten 1987:3)
2-) Kültürel Antropoloji : “Antropolojinin bu kolu, çeşitli alt disiplinlere ayrılmıştır. Bu disiplinler yaklaşık 100 yıllık bir geçmişe sahiptirler.” (Saran, 1993:22) Bu alt disiplinleri şöyle sıralayabiliriz.
Arkeoloji : “Bazılarına göre bu bilim kolu başlı başına, antropolojiden bağımsız bir disiplindir. Ancak, antropoloji alanında özel bir faaliyet kolu olarak düşünülmesi, disiplinin bünyesi bakımından daha uygundur.” (Saran, 1971:10) “İnsanın maddi kültürünü ve bu kültürün yazılı belgelerden önce incelenmesi prehistoryanın ya da prehistorik arkeolojinin konusudur. Bu disiplin, maddi kültürün prehistorik devirlerden bu yana, gelişimini kazılarda elde edilen bulgulara dayanarak inceler.” (Saran, 1993:22) Arkeoloji hem insan bedeninin kalıntılarını, hem de insanın yaptıklarını, ürettiklerini ve kullandıklarını inceler. Arkeologlara antropolojinin tarihçileri denebilir. (Tezcan, 1996:2)
Etnoloji : Yunanca halk anlamına gelen ethnos sözcüğünden türetilen etnoloji özellikle ilkel diye nitelenen halkları ve onların kültürlerini inceler. (Örnek, 1971:80) Etnoloji kültürler arası farklar ve benzerliklerle ilgilenmiş, kültürün tarihsel gelişimini ve çeşitli kültürlerin birbirleriyle ilişkisini konu almıştır. Bir topluma has örf ve adetlerin ya da belirli bir toplumun kültürünün incelenmesi ise etnoğrafyanın konusu olmuştur. (Saran, 1993:22)
Linguistik : “Dillerin yapısal özelliklerini, konuşma biçimlerini inceler. İnsanların düşünce ve görüşlerini belirtmek için kullandıkları çeşitli kalıpları, yani dillerini inceler. Hem dillerin belirli gruplarının tarihini, hem de bugün konuşulan dillerini inceler. Dilin rolü ve kültürün diğer yönleriyle ilişkilerini ele alır. İnsana özgü iletişim ve ifade etme sistemlerinin incelenmesi, linguistiğin temel uğraşı alanıdır.” (Tezcan, 1996:2)
Sosyal Antropoloji : Antropolojinin önemli bir dalı da yirminci yüzyılda gelişen Sosyal Antropoloji’dir. Avrupa’da özellikle İngiltere’de 1908 - 1910 yılları arasında gelişen Sosyal Antropoloji; insan davranışlarının karşılaştırmalı incelenmesi olarak tanımlanabilir. Araştırmalarında toplumsal yapıya ağırlık veren; toplumsal kurumların ve formların sistematik ve karşılaştırmalı araştırmalarını yapan sosyal antropoloji Radcliffe Bronw ve Bronislaw Malinowski tarafından kurulmuş ve geliştirilmiş olup difüzyonizme ve evrimci kurama bir tepki olarak doğmuş; kısmen Durkheim sosyolojisini izlemiş kısmende sosyolojideki yapısal fonsiyonalist görüşün öncüsü olmuştur. (Örnek 1971:212) Bu terim Birleşik Amerika’da bazen etnoloji sözcüğünün yerine kullanılırsa da genellikle insan davranışlarına yaklaşımın bir boyutunu oluşturur. Ayrıca belirli problemlerin kültür, toplum ve kişilikle ilgili yönünü de inceler.(Saran, 1993:22, 23) “Kültür Antropolojisinin toplumsal olguyu inceyen bölümü ise Sosyal Antropoloji olarak adlandırılır. Toplumsal olgu denildiğinde genellikle şunlar kastedilir: Sosyal örgütlenme, evlilik adetleri ve örfleri, adetler ve ahlaksal amaçlar, folklor, inanç sistemi, din, dil ve dille düşüncenin ilişkileri vb.” (Saran, 1996:143) Bu dal önceleri ilkel toplumları ele alırdı. Bugün yaşayan kültürleri de inceler. (Tezcan, 1996:3) Sosyal antropolojinin inceleme sahası sosyal davranışlar ve sosyal gruplarda organizasyon ve kültür üniversalleridir ve sosyal antropoloji kültürün teşekkülüne ve değişimine hakim olan kanunları arayacaktır. (Saran, 1971:16) “Sosyal antropologlar diğer konulardan çok, insan toplumlarının sosyal organizasyonunu tayin eden evlilik ve akrabalık ile ilgilenmişlerdir.”(Kırımlı, 1998:2)

antropoloji nin tarihi gelişimi

Her ne kadar antropolojinin kökeni Batı'daki Aydınlanma süreci ve devamındaki erken dönem modern düşünceleriyle ilişkilendirilse de, bu dönemlerden çok önce bugün antropoloji içerisinde yer alan konulara dair araştırmalar yapılmıştır. Örneğin el-Biruni Hint yarımadasının halkları, gelenekleri ve dinleri üzerine birçok araştırmada bulunmuştur ve genel olarak antropoloji alanına girecek çok çeşitli araştırma ve çalışmaları sonucu zaman zaman "ilk antropolog" olarak anılmıştır.Biruni, Orta Doğu, Akdeniz havzası ve Güney Asya kültür ve dinleri üzerine önemli mukayeseli incelemeler yapmıştır. Ayrıca İbn Haldun ile birlikte Biruni bazı akademisyenler tarafından İslam antropolojisine yaptıkları katkılar sebebiyle övülmüşlerdir.

Kurumsal olarak antropolojinin gelişimi doğa tarihinden doğmuştur ve ilk dönemlerde özellikle Avrupalı güçlerin kontrolündeki kolonilerdeki yaşamın, yerli insanların ve onlarla ilgili olguları (kültür, dil, din gibi) araştırılmasını içermiştir. Antropoloji 19. yüzyılda gelişmiş, özellikle 1860'lardaki bilimsel gelişmelerden, özellikle de biyoloji ve filoloji gibi dallardaki gelişmelerden, etkilenmiştir. Öncü antropologlardan İngiliz Edward Burnett Tylor, Darwin'in evrim kuramını temel alarak antropolojik çıkarımlar yapmış, medeniyetin gelişimiyle idrakın gelişiminin doğru orantılı olduğunu savunmuştur. Ayrıca çağdaş bazı kırsal veya avcı-toplayıcı halkları evrimsel gelişim açısından geride görüp, primitif yani "ilkel" olarak değerlendirmiştir. 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarında antropoloji görece sosyal anlamda daha az gelişmiş olarak görülen halklar üzerine yoğunlaşmaya devam etti. 20. yüzyılın ikinci yarısında antropologlar daha Üçüncü Dünya ülkelerindeki daha kompleks yapılarla ilgilenmeye başlamış, daha sonraları, 1970'lerle birlikte, çağdaş Batı ülkelerini antropolojik olarak incelemeye başlamışlardır ki antropoloji için büyük bir adım olmuştur. Çağdaş Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde odaklanan antropoloji çalışmalarında gerek genel olarak toplum, gerekse etnik ve dini azınlıklar konu edilmiştir; bunu da bazıları Batılı, kolonileri inceleyen antropolojinin Batı'yı inceleyen ve Batılı perspektifleri, kanıları Batılı olmayanlar sürekli olarak sınanan bir dala dönüşmesi olarak yorumlanmıştır.
 

17 Haziran 2016 Cuma

antropoloji nedir ? (Felsefe)

antropoloji nedir? (Felsefe)

İnsanı konu edinen öğreti.
1. Doğa bilimsel-tıbbi antropoloji: İnsanın ve çeşitli insan ırklarının beden yapısını, ortaya çıkışının, değişimini ve gelişimini araştıran bilimdalı için kullanılan tanım.
2. Kültürel antropoloji: İngiliz ve Fransız dillerinde, belirli halkların kendi içlerindeki etnik, sosyo-psikolojik ve kültürel vb. düzeylerdeki bağlanıldıklarını inceleyen araştırmaların tümü için kullanılan tanım.
3. Felsefi antropoloji: Çağdaş burjuva felsefesinde özel bir akım olan ve insanı konu edinen bir felsefe öğretisine verilen ad.
Felsefi görüşlerin tümü, genellikle insanın özünü açıklamaya ve bu açıklamadan hareket ederek, düşünce ve eylem için dayanaklar elde etmeye çalışmıştır ne var ki, özel bir felsefi antropolojinin doğuşu, kapitalizmin burjuva ideolojisinin genel bunalım dönemlerinin başlangıcına rastlar ve burjuva felsefesi içinde, Marksçılık - Leninciliğe karşı bir tepki olarak görülür.
Felsefi antropolojinin temel düşünceleri, Scheler, Gelilen, Landmann, Plessner ve Sartre tarafından geliştirilmiştir. Bunlara göre insan, biyolojik yönden alabildiğine yetersiz, kusurlu bir varlıktır. İnsanı tarihsel bağlarından kopararak, toplumsal, maddi ilişkilerinden ayırarak kavramaya çalışan bu düşünürlere göre, insanın belirgin özelliği, onun, gerçeği duyumlarla algılanabilir dünyanın dışına yükselten, akılla donanmış bir varlık olmasıdır.
Bu idealist ve aynı zamanda metafizik insan anlayışından hareket eden felsefi antropoloji,dünya görüşü sorunlarının tümünü bu anlayışa dayanarak çözümlemeye çalışır, daha doğrusu, tüm sorunları antropolojik sorunlar halinde parçalar. Marksçı-Leninci felsefe, felsefenin antropoloji haline getirilmesine, antropolojik bir sorunun, felsefenin özel bir alanı olarak bağımsızlaştırılıp tek başına ele alınmasına kesinlikle karşı çıkar.
Ne var ki, bu karşı çıkış, insan sorununun dikkatten uzak tutulması anlamına gelmez, tersine Marksçı-Leninci felsefenin her bölümünde, özellikle tarihsel maddecilikte insan ve onun faaliyeti, bilimsel bir antropoloji çalışmasından kaynaklanan, kesinlikle maddeci bir anlayışla ele alınır. Marksçı Leninci felsefe, insanı doğanın en yüksek gelişim ürünü sayar. Bu anlamda insan, maddenin toplumsal hareket biçimleri çerçevesi içinde yürüttüğü aktif faaliyet sayesinde gelişmesini sürdürür.
Bu anlamda insan, kendi kendisinin yaratıcısıdır dolayısıyla/ insanın kavranmasına, anlaşılmasına götüren yol, antropoloji düzeyindeki özel sorunların içinden değil, toplumsal çalışma sürecinden, insanın maddi pratik, nesneye yönelik faaliyetinin içinden, sosyo-politik faaliyetinden, sınıf savaşımdan, toplumsal devrimden, kısacası, onun toplumsal pratiğinin içinden geçer. Çünkü insan, bu pratik içinde doğayı, üretim güçlerini ve üretim ilişkilerini, tüm toplumu ve nihayet kendisini değiştirir.
Marks bu olguyu, insanın özünün, bireyin içine dıştan yerleştirilmiş soyut bir şey olmadığını, daha çok «toplumsal ilişkilerin bir toplamı» olduğunu belirtir. Maddi-pratik faaliyet, insanın önkoşulsuz bir faaliyeti olmayıp gerek daha önceki faaliyetinin maddi sonucu olan mevcut üretim güçleri ve üretim ilişkileri tarafından, gerekse bu temel üzerinde insanların toplumsal faaliyetlerinin bağlanıldığı olarak zorunlu şekilde ortaya çıkan genel yasal düzenlilikler tarafından kaçınılmaz olarak belirlenmiştir.
Demek ki, insanlara ilişkin, onların yaşamlarının anlamına ve içeriğine ilişkin her felsefi açıklama, toplumsal ilişkilerin somut tarihsel analizini gerektirir ve mevcut sosyoekonomik kuruluş çerçevesi içinde insanın, sınıfıyla, sınıf çıkarlarıyla, sınıfsal hedefleriyle gerçekleştirdiği pratik faaliyetine dayanarak dile getirilebilir. Kapitalist toplumdan sosyalist topluma vekomünist topluma geçiş dönemi olan çağımızda, insanlar, sömürünün ve sınıfsal baskının ortadan kaldırılıp sosyalist toplumun kurulması için savaşım vererek, çağlarını aşabilir ve yaşamlarına insan onuruna yaraşır bir içerik kazandırabilirler.

Sözlükte "antropoloji" ne demek?

İnsanbilim.

Antropoloji nedir?

  Antropoloji nedir?

İnsanın kökenini, evrimini ve meydana getirdiği ırkları inceleyen bilim, yani insanların tabii tarihidir.
Bu alanda ilk ciddi çalışmalar 18. yüzyılda başladı ve ilk olarak İsveçli botanik bilgini Linn6 (1707- 1778) insana tabiat içinde verilecek yeri bulmaya ççalıştı. Hollandalı hekim Camper, insanlarda yüzün öne olan çıkıntısının birbirinden farklı olduğunu buldu. Fransız Buffon ve Daubenton bu alanda çalışmalar yaptı.
Alman Blumenbach (1752- 1840) insanı besayrı ırka ayırdı. İlk antropoloji kurumu da Paris'te 1840'da kuruldu. Antropoloji kelimesini ortaya atan ve bunun tarifini yapan ise Fransız bilgini Quartrefages (18101892) dir. Bu bilimi ilk defa öğretim konusu yapan da odur.
Antropoloji bilimine hizmet edenlerin arasında Fransız cerrahı Brocca (18241880), büyük İngiliz bilgini Darwin (1809- 1882), Alman tabiat bilgini Haeckel (1834- 1919) başta gelir.Türkiye'de Antropoloji Enstitüsü ilk defa 1925'te İstanbul Tıp Fakültesİ'ne bağlı olarak kuruldu.
Antropoloji, insanı somatik yani bedenbakımından ele almıştır. İnsanın kültürbakımından incelenmesini etnolojiye, geçmişte yaşamış topluluklar açısından incelenmesini ise, tarih öncesi bilimlerine bırakmıştır. İnsanlar, dil, din, ırk ve kültür bakımından farklı oldukları gibi; renk, kafatası, göz, yüz, burun, dudak, diş,saç ve vücut şekli bakımından ve ayrıca, çekiklik ve göz kapak kıvrımlarına göre defarklılık gösterir.
Dünyadaki çeşitli ırk ve milletlerin kendilerinehas morfolojik yapıları birbirlerinden farklıdır. Hatta biyolojik bakımdan bile (kan grupları gibi) farklılık gösterirler. Bazı millet ve ırklar birbirleriyle karışarak eski özelliklerinden bir kısmını kaybetmişlerdir. Antropoloji mütehassıslarından bazıları, eski çağlardan kalma insan iskeletleri ile maymun iskeletleri arasındaki kısmi benzerliğe bakarak, insan ile maymun arasında ırsi bir münasebet kurmağa çalışmışlarsa da, ilmi bir delil ve senetgösterememişler ve nazariyelerini isbat edememişlerdir.
Hücredeki dna moleküllerinin yapısı, gösterdiği faaliyetler, mesela, bir insanın parmak izinden göz rengine, sesinden saçına kadar bütün bilgilerin DNA’larda; bir elektronik beyne bilgi kaydeder gibi kodlanmış olmasının anlaşılmış olması, insanın yapısının nazariyeler ile çözülemiyeceğini göstermektedir. İskelet yapısı bakımından insana en çok benzeyen hayvanın maymun olduğu Marifetname’de ve İbn-i Haldun Tarihi mukaddimesinde de yazılıdır. Fakat hiç bir zaman bir türün değişerek, diğertüre dönüşmesi görülmemiştir.
Hayvanlarda insandaki gibi insani ruh ve aklın bulunmaması, insanla hayvan arasındaki pek çok farkların esasını teşkil etmesine rağmen,materyalist (maddeci, inkarcı) düşünce mensubu bazı felsefecilerin insanın maymundan geldiği nazariyesini (görüşünü) kesin ve isbatlanmış bir gerçek imiş gibi kabul etmeleri ve yoğun propagandaları, ilmi kabul edilmemiş ve her devirde reddedilmiştir.
Buradaki incelik; nazariye (görüş) ile hakiki ilimarasındaki farktadır. Nazariye ile ilim ayrı şeylerdir. Nazariyenin ilmi hüviyetkazanabilmesi için, isbat şarttır. Bu güne kadar insanın maymundan veya mevcut maymunların insandan geldiğini ispatlayan hiçbir ilmi delil ortaya konmamıştır. Aksine; ilmi gelişmelerin tamamı, Kur’an-ı kerim’in bütün insanların ilk ceddinin Adem aleyhisselam olduğunu bildiren hükmünü tasdik etmektedir

antropoloji alt dalları

Alt dallarıDeğiştir

Tarihi ve kurumsal bağlam

Tarihi ve kurumsal bağlamDeğiştir

Eric Wolf antropolojiyi “beşerî (insanî) bilimlerin en bilimseli, ve bilimlerin en insanîsi” olarak tanımlamıştır. Çağdaş antropologlar bazı ünlü düşünürleri önderleri olarak ileri sürmüşlerdir ve disiplinin çeşitli kaynakları ortaya atılmıştır; örneğin Claude Lévi-StraussMontaigne ve Rousseau’nun önemli etkenlerden olduğunu iddia etmiştir. Antropoloji, Avrupalıların sistematik bir şekilde insan davranışını incelemeye teşebbüs ettikleri Aydınlanma Çağı’nın bir sonucu ve uzantısı olarak da anlaşılabilir.Hukuktarihfiloloji ve sosyoloji gibi gelenekler bu bilimlerin modern görüşlerini daha yakın bir şekilde yansıtan hallere doğru evrim, antropolojinin de içinde yer aldığı sosyal bilimlerin gelişimi gerçekleşmiştir. Aynı zamanda, Aydınlanma’ya karşı romantik bir tepki olarak ortaya çıkan Johann Gottfried Herder ve daha sonraları Wilhelm Dilthey gibi düşünürlerin çalışmaları “kültür kavramı”nın temelini oluşturmuştur ki bu kavram antropoloji disiplininin temelini oluşturur denilebilir.
Kurumsal olarak, antropoloji 17., 18., 19. ve 20. yüzyıldaki Avrupa kolonizasyonu sırasında doğal tarihin (natural history, zaman zaman doğa tarihi) gelişmesiyle ortaya çıkmış, gelişmiştir. Bu zamanlardaki genelde "ilkel insanların" incelenmesi olarak görülen alanla karakterize olmuş ilk etnografik çalışmalar ortaya çıkmıştır. Bu dönemlerde ortaya çıkan bazı ünlü etnografik çalışmaların kökeni de kolonyal yönetimin isteğine dayanır; örneğin Edward Evan Evans-Pritchard’ın Azandi halkına dair çalışması gibi. Geç 18. yüzyılda, Aydınlanma düşüncesi insan topluluklarını ampirik olarak gözlemlenebilecek belirli prensiplere göre hareket eden doğal bir fenomen olarak betimlemişti[1]. Bazı açılardan, Avrupa kolonilerindeki dil, kültür, fizyoloji, teknoloji, gelenek ve inançların araştırılması ve incelenmesi bu yerlerdeki fauna ve floranın araştırılması ve incelenmesinden farklı değildi. Bununla birlikte kültürel uygulama, özellikle son dönemlerde, büyük değişikliğe uğramıştır ve bugün antropolojinin kolonyal dönemin ve Avrupa’nın bu dönemdeki düşüncesi ve uygulamalarının bir uzantısı olarak tanımlanması veya görülmesi doğru değildir.
Antropoloji hızlı bir şekilde doğal tarihten ayrılarak ayrı bir disiplin olma yolunda gelişti ve 19. yüzyılın sonlarına doğru modern şekline büyük oranda yaklaştı. 1935’te örneğin, T. K. Penniman disiplinin tarihini konu alan “A Hundred Years of Anthropology”yani “Antropoloji’nin Bir Yüzyılı” isimli eseri kaleme almıştır. Erken dönem antropolojide,ünilinealizm yani tüm toplulukların, tek bir evrimsel süreçten en ilkelden en gelişmişe geçtiğini öne süren fikir hakimdi. Buradan hareketle Avrupaî olmayan topluluklar bu evrimsel süreç içerisinde "yaşayan fosiller" olarak görülüyordu ve Avrupa’nın geçmişini anlamak için incelenebilecekleri fikri yaygındı. Çeşitli toplulukların göçleri büyük oranda doğru bir şekilde ortaya çıkarılmıştır; Paul Rivet’in ilk kez Büyük Okyanus’taki Polenezya göçlerini doğru bir şekilde saptaması gibi. Son olarak ırk kavramı ve ilgili kavramlar, insan türü içindeki biyolojik çeşitliliğin doğasını anlamak için, antropometri gibi çeşitli araçlar ve uygulamalar ile birlikte geliştirilmiştir. Bununla birlikte daha sonra ırk ve ilgili kavramlar bilimsel ırkçılık olarak anılacak şekilde farklı ve daha ideolojik bir bazda kullanılmışlardır. Bugün ırk kavramı ve ilgili çeşitli kavramlar antropoloji içerisinde geçerliliğini yitirmiştirler ve bilimsel bir kavram olarak kullanılmamaktadırlar; bilimsel kökenlerini veya uygulamalarını yitirmişlerdir denilebilir. Ayrıca eski literatürde “ırk” kavramının kullanıldığı çoğu anlam için bugün “etnisite” terimi tercih edilmektedir.
20. yüzyılda akademik disiplinler üç ana alan içerisinde düzenlenmeye başlanmıştır.Bilimler veya Türkçe’de daha sık kullanılan haliyle fen bilimleri tekrarlanabilir ve karşıtı kanıtlanabilir deneyler sayesinde doğa kanunlarının elde edilmesini amaçlarken,beşerî bilimler farklı millî gelenekleri, tarih vesanat şeklinde incelemeyi amaçlar. Sosyal bilimler ise sosyal (toplumsal) fenomenlerin tanımlanması ve incelenmesini saptayacak bilimsel metotların geliştirilmesi ve sosyal bilgi için evrensel bir temelin oluşturulabilmesi gibi amaçlarla ortaya çıkmıştır. Bir akademik disiplin olarak antropoloji ise barındırdığı alt dalların benimsediği farklı yöntemler ve interdisipliner çalışmalara bağlı olarak bu kategorilerden hiçbirine rahatlıkla konamamaktadır.

Antropoloji

Antropoloji

Antropolojiinsan bilimidir. Antropologlar tüm toplumları, kültürleri, insan kalıntılarını ve fiziksel, biyolojik yapılarını inceler. İnsanın iskelet, kafatası gibi fiziki yapısını araştıran antropoloji, insanlık tarihinin en eski dönemlerinin aydınlatılmasına yardımcı olur.
Bu bilim, insanı kültürel, toplumsal ve biyolojik çeşitliliği içinde anlamaya; insanlığın başlangıcından beri insanların çeşitli koşullara nasıl uyarlandığını, bu uyarlanma biçimlerinin nasıl gelişip değiştiğini, çeşitli küresel olayların nasıl dönüştüğünü görmeye ve göstermeye çalışır.
İki anlamda holistiktir (bütünsel ve inanılır): tüm zamanlarda yaşamış olan veya yaşayan tüm insanlara ilişkindir ve insanlığın tüm boyutlarını kapsar. Prensipte, tüm toplulukların tüm kurumlarıyla ilgilenir. Antropoloji özellikle kültürel görecelilik, bağlamın derinlemesine incelenmesi vekültürler-arası karşılaştırmalara verdiği önem ile diğer sosyal disiplinlerden ayrılır.
Antropoloji yöntembilimsel açıdan çok zengindir ve hem nitel metotları hem de nicel metotları kullanır. Antropoloji disiplinin tarihinde etnografiler önemli bir yer tutmuş ve bir anlamda odağı oluşturmuştur. Bununla birlikte özellikle 20. yüzyıl'da etnografik çalışmaların ve etnografik ilgi odaklarının farklı antropoloji alt-dallarında farklı eğilimler gösterdiği görülebilir. Örneğin tıbbî antropoloji’de 20. yüzyılın ortalarında çalışma odaklarında küçük topluluklardan, modern Batı toplumlarına doğru bir kayış olmuştur

mide anatomisi

Mide anatomisi, anatominin en kolay konularından biridir. Bir organın anatomisi ve fizyolojisi iyi öğrenilirse hastalıkların nasıl oluştuğunu öğrenmekte bir o kadar kolay olur. 

Mide kaslarda oluşan ve genişleyebilme yeteneğine sahip bir organdır.
Midenin yemek borusuyla birleştiği yere ostıum cardıum, duedenumla birleştiği yere ise ostıum pylorıcum denir. Midenin beş bölümü vardır. Bunlar; pars cardıaca, fundus gastrıcus, corpus gastrıcum, pars  pylorıca ve pylorustur. Pars cardıaca, organın en sabit bölümüdür. Fundus gastrıcus midenin şeklini en az değiştiren bölümüdür ve genellikle içinde hava bulunur. Corpus gastrıcum, midenin en büyük ve şeklini en çok değiştiren bölümüdür. Pars pylorica ince bağırsağa uzanan kısımken pylorus ise duodenum ile birleştiği parçasıdır.

Bir organın anatomisinden bahsederken damarları, sinirleri ve lenfatikleri atlamamak gerekir. Midenin arterleri; arteria gastrica sinistra, arteria gastrica dextra, arteria epiploica sinistra ve dextra, arteria gastrica breves ve arterica gastrica posteriordur. Midenin venleri; vena gastrica sinsitra, vena gastrica dextra, vena gastroepiploica sinistra ve dextra, vena gastrica breves ve mayo venidir. Midenin lenfatikleri; nodi gastrici sinistri ve dekstri, nodi pankreaticosplenici, nodi pylorici ve nodi coeliacidir. Midenin sinirleri ise parasempatikleri nervus, vagustan sempatikleri torakal 6-9 sipinal segmentlerden gelir. Parasempatikler, gastrik motiliteyi ve sekresyonu arttırır. Sempatikler ise gastrik motiliteyi inhibe eder.